Yanıldığım için gözlerim şişene kadar ağlamışımdır.
Dahası,
artık ağlamıyorum.
Çünkü
yüzümde, yanılmaktan ıslanmamış tek hücre yok.
Bildin
mi…
Günün yorgunluğunu bir türlü atamıyorum üzerimden, gönül yorgunluğum da eklenince hayli kötü hissediyorum. İçimdeki sıkıntıyı bir yere bırakıp taş değirmende öğütülmüş bir Türk kahvesi diye diye yöneliyorum mutfağa. Keskin kokusunu hissettikçe, minik tebessümler dudaklarımda. Aynı zamanda dünyanın en uzun koridorundan geçiyorum sanki, o kadar bitik vaziyetteyim.
Koku.
Kokular. Hızla yönüm banyoya çevriliyor, üzerimdekilerden kurtuluyorum.
Gömleğimin yakalarını açıyor, kravatımı fırlatıyorum yatak odasına. Kısa şort,
bağrımı açtığım beyaz gömlek. Ne kombin ama.
Mutfağa vardığımda her yerin derli toplu olduğunu görüyorum, sanırım günün en güzel olayı. Makinada tek bulaşık yok, servisin üzerinde bardak. Oh.
Kahve
dolabını araladığımda, maymun figürlü bir fincan geçiyor elime, anlık oluşan
iyi his kayboluyor, ellerim titriyor. Kesik kesik nefes almaya... Ağlasam
ağlamak olmayacak adı, tek damla düşmeyecek gözümden. İki adım atıp masaya
oturacak hali zor buluyorum. Fincan elimde, servis altı niyetinde kullandığım
gazeteler yanı başımda. Bir tomar alıp hangi tarihe ait olduğuna bakmıyorum bu
defa, eski haberleri de okuyacak değilim, çok severim oysa. Daha çok hangisinde
boş yer var, tarıyor, gömleğimden kalemimi çıkarıp başlıyorum bulduğum
boşluklara, mırıldanmaya. Kenarı, köşesi, resimlerin temiz yerleri, neresi
gelirse işte aklına. Neler gelirse içimden, neler gelmezse belki de.
Kimse
bilmese de sen bilirsin derdim, bundan çok ama çok zaman önce. Neyse. Bak.
Neler yazılı kıyılarda.
Kıyılarımda.
Kırıldım,
dağıt beni çocuklara. Al mendile boyandım, dizlerine uzanıp bir kadının, seni
anlattım, ağlattım. Denizine diktim gırtlağımı, tadına tuzuna. Okuyup ağladığım
şiirlerden yaptım kalbimi, beş yüz kapılı içimin odalarında. Yüzümü yırtıyorum
şehrin boş sokaklarına. Yüzümü. Tenimde bin çizik, sinirden. Hep.
Cennet
tozu sakladım naralarıma. Bu cehenneme biraz daha katlanmak uğruna, ay ışığının
nidasıyla örttüm titrediğim vakitleri. Sana giden yollarda yürüdüm, başladığım
yere geri geldim. Kıpırdamak istemedim, çok sefer. Köşeyi dönme, o telefonu
açma, artık tek mesaj gönderme, böylece -öl, diyebildim…
Nedenini
hiç bilmedim, bilmeyeceğim. Rüzgârın düşmanca geçiyor yüzümden, dokunuyorum,
pıhtılaşınca içimdeki çukur, sana, ruhuna. Dokundukça gidiyorsun, kardeş kokusu
diye yuttuğum nefesine alışa yazmışken, cam parçaları ekliyorsun kaderime,
kederime.
Çatlıyor
pencerem. Bağırıyor sokakta serseriler.
Can,
boşuna üzülme ama sen, kendi yağmurlarımın katiliyim ben.
Beni
uçurumumdan tutmuştun, öfkelerimi toplayıp tek çırpıda, getirdiydim soğuğuna.
Ümidim, kalbine karıştığım gibi kalmaktı, sana karıştım, kayboldum.
Özledim,
oturup gözlerine baka baka ısındığım mevsimleri, inandığım masalı. Sadece
sustum ve bekledim tekrar geleceğin zamanı, seni incitmemek için sana sustum,
seni incitmemek için, herkese.
Bağıra
bağıra, kendime.
Güçsüzlüğüm
çiçeğimi bu kadar hızlı döken kedere, maymundan fincanlarda içiyorum kahvemi.
Ben beklerken, sen giderken, hatta şöyle değiştirelim burayı, gelmezken hızla,
aldığın kitaplarından cümleler çiziyorum.
Kocaman
bir cennet buluyorum bıraktığın kelimelerde, ne zor şey sana kal demek.
Demedim, diyemedim de. Ben seni, sen beni bilmezken bildim, biliyorum,
bileceğim.
Sen
de bil, bıraktığın ağrıları, karnımı, kasıklarımı tutarak yürüdüğümü, belimdeki
kamburu, artık kimseye inanamadığımı…Görsen nasıl seyreldi saçlarım, kilo da
aldım üstelik, daha da çirkinleştim. Hiç şüphem yok, sen çok güzelsindir, hiç
değişmemişsindir. Bugün yürüsek gene sahil kenarında, sakınırım seni,
kıskanırım.
Saçının
teline zarar getireni, dinsiz sayarım.
Harflerin
hızına yetişemiyorum, gazetedeki boşluklar yazdıkça çoğalıyor. Kapının çalması
ile kalkıyorum yerimden, karşı komşu kızı ıhlamuru kapmış gelmiş, annem yaptı,
bunu içecekmişsin diyor. Teşekkür ediyorum da buyur etmiyorum, gel içeri, bak
çok mutsuzum, demiyorum.
Kızcağız
ne odun herif demiştir içinden. Ne şüphe.
Mutfağa
döndüğümde ıhlamurun kokusu sarıyor etrafı. Dışarıdan bir gürültü geliyor.
Perde sonuna kadar açık. Ayan beyan gözüküyor evin içi. Yağan yağmur camın
üzerinde minik yuvarlak girdaplar oluşturmuş. Neler hissettiğimi unutup
dışarıdaki kalabalığı anlamaya çalışıyorum.
İrice
bir taş,
Hızını
alamıyor ama,
Çatlatıyor
koca camı, ne bakıyorsun diyerek küfrediyor mahallenin serserileri…
Hiç
muhatap olmadan perdeyi örtüp ışıkları kapatıyorum.
Başlıyorum
kendi kendime söylenmeye.
Neye
bakıyorum, neden bakıyorum.
Niye.