*Derman İskender
Över
Yüzüm
dümdüz. Ağzım, burnum, kaşlarım… Öfkemi döküyorum; anneme, babama,
arkadaşlarıma, siyasilere, ki bu çağda en çok siyasilere… İnsanı
inanmaktan iğrendiren herkese ve her şeye.
Telefon
elimde, sosyal medyada dolanıyorum. Aklım pazar yeri, kalbimin atış hızı
belirsiz. “Tüm sıkıntılardan seni kurtaracak mucize” başlıklı bir gönderi
çıkıyor karşıma. Birkaç tel kalmış saçım, alnımı kaşıyor. Videonun sesi sonuna
kadar açık, “ölüm var” diye bağırıyor, yirmili yaşlarda, gözleri kendinden
sürmeli, yakışıklı bir oğlan. Kirpiklerime karanlık düştüğünde, gördüklerim
gerçeğin içyüzü. Uzun zamandır bu kadar derin uyuduğumu
hatırlamıyorum. Sürekli akan bir ırmağa bakar gibiyim.
Boşluk, boşluklar, çoğalıyor, çoğalıyor.
Gök
gürültüsü kulağıma varmadan, yapışıp da gırtlağıma, son veriyor sessizliğime.
Başımdaki
ağrı Kızıldeniz’i ikiye yaran bir peygamberin ümmeti.
İnananlar
neden, öteki?
Konuşamıyorum.
Ama susamıyorum da.
Gavur
dedikleri şehrin karmaşasına çeviriyorum pedalları. Tipimi eğreti bulan
kitabevindeki adama Kur’an-ı Kerim almak istediğimi söylüyorum. Arapça
harflerle dolu bir kitabı uzatıyor, Türkçesini isteyip samimi bir son bakışı
kazıyorum aklıma.
Hiç
tatmadığım anlamlar yükleniyor, gözlerimin ferini kaybederek okuduğum saatlere.
Bu
ne büyük mucize. Hem yaramı biliyor hem de ilacını söylüyor.
Halıyı
kitaplığın önüne çekip uzanıveriyorum öylece.
İçimden
irin akıyor sanki, içim sökülüp kirim temizleniyor.
Ağlamanın
hiçbir türlüsü bu kadar elim olup da acı vermez olmadı.
Tenimin
altında milyarlarca yaşam belirtisi, alfabenin sonsuz dansı, evime sinen
temizlik kokusu, asla dağılmayan kıyafet dolapları, bugüne kadar bilmediğim
manaların ahengi...
Taşlar
oturdu, tutmak istesem beni, kayıp olanlar arasında, karmakarışık değilim ilk
defa.
İlla,
zamanla, sonsuz bin şefkat büyüyecek kızgınlıklarıma, hatta kırgınlıklarıma da.
Ne
mutlu.
O
rüyadan uyanalı beri,
Su
üstüne serdim seccademi.